Tüm cumartesi gününü soba kurmakla
geçiren Mahir, Pazar gününü kendine ayırmak istiyordu. Gündüz epey yorulmuştu
soba kurarken. Ama akşam, sobanın üzerinde demlediği çay bütün yorgunluğunu
almıştı. Eski yeşil koltuğunda kitap okurken, uyuya kalmıştı. Gece yarısı
uyanıp uyku sersemi yatağına geçti. Sabah uyandığında saat 09.00 olmuştu. Hafta
içi erken kalkmaya alışan Mahir, hafta sonlarında da çok fazla uyuyamıyordu.
Yatağından kalktı pencereye yürüdü. Güneşliği çekti. Camı açtı. Şehrin o soğuk
havasını çekti içine. Nedense çok keyifli uyanmıştı. Kendini bu gün çok mutlu
hissediyordu. Banyoya gidip yüzünü yıkadıktan sonra mutfağa yöneldi. Ocağa suyu
koyduktan sonra aklına yine Ali geldi. Hastaneye gittikleri o gece Dila
Hanım’ın nazik davetini geri çeviren Mahir, belki de onları kahvaltıya davet
edebilirdi. Hem bu sayede ufaklığı görme imkanı da olabilirdi. Hemen üst kata
çıktı. Zili çaldı. Düşünmeden hareket etmişti Mahir. “ya uyuyorlarsa” diye
düşündü bir an. Dila Hanım kapıyı açtı.
Şanslıydı, komşusu yeni uyanmıştı. Dila Hanım
şaşırdı Mahir’i karşısında görünce. Şaşkınlıkla sordu.
-Hayırdır Mahir Bey?
Mahirde aceleyle lafa girdi.
-Günaydın. Geçen geceki kahve
davetinizi sat geç olduğunda geri çevirmiştim. Bunu şimdi telafi etmek
istiyorum. Acaba bu güzel Pazar gününde, ufaklıkla beraber bana kahvaltıda
eşlik eder misiniz? Diye sordu.
Dila hanım bu nazik davet
karşısında önce şaşırdı, sonra da zor zamanında kendisine yardım eden bu adama
bir teşekkür etmek amacıyla davetini geri çevirmedi ve:
-Tabi memnuniyetle. Diyerek
daveti kabul etti.
-O halde sizi yarım saat sonra
kahvaltıya bekliyorum dedi ve merdivenlerden kendi dairesine indi.
Hemen mutfağa koştu. Çay suyu
kaynayalı çok olmuştu. Hemen demledi çayı. Patatesleri bir bir soydu. Kızgın
yağın içine attı. Yumurtalar haşlanırken ekmekleri dilimledi. Dolaptan reçeli,
peyniri, zeytini ve diğer tüm kahvaltılıkları çıkardı. Ekmeğe sürmek için
tereyağını da unutmadı. “Biraz da bal olacaktı kavanozda” dedi kendi kendine.
Hemen kaseye koyduktan sonra aklına geldi. Tereyağı kızarmış ekmeğe sürülmeden
olmazdı. Hem ufaklığında hoşuna gider. Diye düşündü. Biraz daha ekmek
dilimledi. Ekmekleri akşamdan köz halinde kalan sobanın üzerindeki demirden tel
ızgaraya bir güzel dizdi. Sobayı alevlendirmek ve ekmeklerin kızarmasını kolaylaştırmak
için sobaya birkaç tahta barçası attı. Bu sayede evde ısınırdı biraz. Hem
hastalıktan yeni çıkan çocukta üşümemiş olurdu. Aceleyle mutfağa koştu.
Patatesler yanmadan yetişti. Hemen tabağa aldıktan sonra yumurtaları aldı
ocaktan.
Soğuk suya tuttuktan sonra
kabuklarını soydu bir güzel. İçeriden de mis gibi kızarmış ekmek kokusu
geliyordu. İçeri gidip yanmadan ters çevirdi ekmekleri. Kapısı çaldı. Heyecanla
kapıya yöneldi. Dila Hanım ve Ali gelmişti. Birden içini bir sevgi kapladı.
Uzun zamandır hissetmediği ve hasret olduğu bir duyguydu bu. Dila Hanım’a hoş
geldin dedikten sonra, büyük bir içtenlikle öptü Ali’yi. Ona da “hoş geldin
küçük adam” dedi ve kapıdaki sıcak karşılamanın ardından içeri buyur etti
onları.
Dila Hanım içeriden gelen
kokuların bir erkeğin eseri olduğuna inanmakta güçlük çekse de, yalnız
yaşadığından haberdar olduğu komşusun, bu kahvaltı sofrasını kendisinin
hazırladığından emindi. Mahir hemen salondaki masaya buyur etti onları. Çünkü
sofrayı oraya hazırlamıştı. Sobanın başındaki kahvaltı başka bir güzel olur
diye düşünmüştü belli ki. Ekmekleri yakmadan sobanın üstünden aldıktan sonra,
sıcak sıcak masaya koydu. Mutfaktan getirdiği çaydanlığı sobanın üzerine
yerleştirdi. Dolapta biraz meyve suyu olacaktı. Küçük Bey’e meyve suyu verdi.
Sobanın üzerinde daha da lezzetlenen çayın demliğinden akan o kahverengi sıvı,
adeta mutluluğun rengiydi. Sabahın bu saatinde sobanın başında yapılan kahvaltı
ve bardaklardan çıkan o buhar, ancak bir aile mutluluğunun resmi olabilirdi.
Yıllardır ilk defa böyle iştahla kahvaltı yapıyordu Mahir. Yıllar sonra ilk
defa çocuk sesi yankılanıyordu evde ve yıllar sonra ilk defa çayın tadı bu
kadar güzeldi.